SpaceCast 2020: Kıyamet Ferman
(HAARP anten tarlası)
Harp malum! Nefesi ensemize dayandı..
İşte o Beyaz Adam en son silahı yasakladı: “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek veya zarara uğratmak yasaktır”diyerek..
Bu, birilerinin bizim de parçası olduğumuz Doğa’yı silahadönüştürmüş olması demektir ki paranın yenmeyen bir şey olduğunu hâlâ anlamadığı anlaşılan Beyaz Adam; bilmeden babasını öldürüp anasıyla zifafa girenOidipus gibi bilmeden değil, bile isteye öz annesi TabiatAna’yı iğfal edecek demektir. Malum bütün cephaneler elbet biter, doğa bittiğinde hayat biter.
Çok açık ki, 2023 vizyonu olarak ortaya konan 4000 santral ve baraj, sayısız maden ve taş ocağı, hidroelektrik, termik ve nükleer santraller ile Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi kapsamında yer alan coğrafik bölge üzerinde tesis edilmek istenen elektromanyetik enerji alanı için gerekli enerji üretilecektir.
Bu bölgelerin altında üstünde yatan ne “zenginlik” varsa suymuş, madenmiş, tarihi esermiş ve aklınıza gelecek her şeyin ganimetini de kendi aralarında pay etmiş, şirket şirket yemekteler, göz ucuyla bakınca bile görülüyor.
SpaceCast’e “2020” denmiş olması da 2023 vizyonu ile ilişkilendirildiğinde 1942-1944’ün fraktal zamandaki eşleniği olarak düşünülebilir. Tanrı’nın iş ve oluşlarında kolaylıkla gözlemlenebilen bir döngüsel iz düşüm!
Emelleri uğruna “türler kırımı” olarak tarihte yerini alacak bu çapta bir çevre katliamını bunca insana rağmen nasıl yapabildiklerinin cevabı, ALGI YÖNETİMİ, ZİHİN KONTROL TEKNİKLERİ, PSİKOLOJİK HARP falan gibi bilimsel-militeryöntemlerd e saklı.
Bu, birilerinin bizim de parçası olduğumuz Doğa’yı silahadönüştürmüş olması demektir ki paranın yenmeyen bir şey olduğunu hâlâ anlamadığı anlaşılan Beyaz Adam; bilmeden babasını öldürüp anasıyla zifafa girenOidipus gibi bilmeden değil, bile isteye öz annesi TabiatAna’yı iğfal edecek demektir. Malum bütün cephaneler elbet biter, doğa bittiğinde hayat biter.
Bu gidişatın sonu “Allah, Kıyamet takdir etti” demekten başka bir şeye varmayacağı için o gün Beyaz Adam’ın anlayıp anlayabileceği bir şey de kalmayacaktır.
Kıyamet koptu mu faydası yok ama yeni bir Büyük Harp’e giderayak insanlık tarihinin bir kesitini film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiriverelim, halin dayanıp geldiği yeri doğru anlayalım, mevzunun idrakine daha kolay varalım:
1941’ın 7 Aralık günü sabaha karşı Saat 6.00 suları.
Oahu’nun 250 mil kuzeyinde altı Japon uçak gemisi burunlarını rüzgâra vermiş ve uçak filoları sevinç çığlıkları, tezahüratlar eşliğinde havalanıyorlar.
Bundan bir hafta önce, 1 Aralık’ta Tokyo’dan esrarengiz bir mesaj yayımlanmıştı: “Niitaka Dağı’na tırmanın.” Bunun ne anlama geldiğini yalnızca 1 kişi biliyordu: Japon kuvvetleri vurucu filosunun komutanı Tümamiral Chuichi Nagumo.
İmparatorluk Konseyi, savaş kararı almıştı. Pearl Harbor baskın saldırısı yapılacaktı.
Çin’le Savaşında, Amerika kendi menfaati için Japonya’nın karşısında yer almıştı. Yani Japonların düşmanıydı ve Uzak Doğu savaş sanatlarında dövüş felsefesi 'savunma saldırısı' prensibi üzerine oturur. Bu, düşmanı gafil avlamaya yönelik bir hamle ile kavgada üstünlük sağlamak içindir.
Doğu’nun savaş sanatı ve felsefesine bakıp bir kitap yazmak isterseniz, sadece savaşın değil aynı zamanda barışın da kitabını yazmış olursunuz. Batı’nın vaktiyle tarihinin en büyük orduları ile saldırdığı savaşta düşmanını dize getirmiş bir kumandan, Halaskar Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından o zaferin ardından söylenmiş “Yurtta Sulh, Cihan’da Sulh!” sözleri de, Doğu’nun savaş sanatı ve felsefesini anlatan o kitabın özeti olur.
7 Aralık sabahı Hawaii Adalarındaki Amerikan askeri personeli, Honolulu’nun cumartesi gecesi ateşi ile yanmış, yorgun argın sızıp kalmış; yatmış zıbarmışlardı.
Rakibini umursamayan mahallenin şımarık yakışıklısı, ama âlemin de kabadayısı gibi takılan bu kaba saba Batılı, kibirli cahilliğinden ataların “Su uyur, düşman uyumaz!” sözünden de bihaberdi elbette.
Onun makat çevresinde tropik pirelerin uçuştuğu saatlerde, Japon öncü gücünün iki düzine denizaltısı Pearl Harbor’u sarmaktaydı. Tam anlamıyla, cumartesi gecesi ateşi bacayı sarmıştı. Uçaklar vururken denizaltılar kaçmaya çalışan gemileri torpilleyecekti. Beş denizaltıdan çıkan ikişer kişilik mini denizaltılarda, ikişer torpil bulunuyordu, bunlar da uçak saldırısı başladığı an limana girip demirli gemileri törpüleyeceklerdi.
Yaklaşık 90 dakika süren ve iki dalga halinde gelişen atakla, bir anda Amerikalıların Cumartesi Gecesi ateşi söndü.
JAPONLAR DÜŞMANIN YARASINI SARMASINA MÜSADE ETTİ
Pek çok tarihçi, savaş uzmanı falan Japonların bu saldırılar sırasındaki en büyük hatasının“yalnızca savaş gemilerine yoğunlaşıp adadaki yakıt tanklarına ya da tamir atölyelerine karşı bir saldırı” yapmamış olmaları masalını anlatır. Çünkü bu binalara yapılacak bir saldırı düşmanı çok fena ederdi; ABD’nin Hawaii dışındaki en yakın lojistik destek sağlayabileceği yerin, binlerce kilometre uzaktaki Amerika anakarasındaki toprakları olduğunu düşünürseniz bu söylenen doğrudur ama masaldır. Japonların bu stratejisi, Doğu’nun savaş sanatı ve felsefesini anlatan kitabın “dünya savaş tarihindeki en kibar uyarılar” bölümünde yer alır. Bu saldırı taktiği ile Japonlar sadece düşmanın savaşkan organlarını hedef almış, onu öldürmek istememiş; bir tane çakmış devirmiş, ama sonra tekmeleyip gebertmemiş, yarasını beresini sarmasına müsaade etmiştir.
Harp malum! Nefesi ensemize dayandı..
İşte o Beyaz Adam en son silahı yasakladı: “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek veya zarara uğratmak yasaktır”diyerek..
Bu, birilerinin bizim de parçası olduğumuz Doğa’yı silahadönüştürmüş olması demektir ki paranın yenmeyen bir şey olduğunu hâlâ anlamadığı anlaşılan Beyaz Adam; bilmeden babasını öldürüp anasıyla zifafa girenOidipus gibi bilmeden değil, bile isteye öz annesi TabiatAna’yı iğfal edecek demektir. Malum bütün cephaneler elbet biter, doğa bittiğinde hayat biter.
Çok açık ki, 2023 vizyonu olarak ortaya konan 4000 santral ve baraj, sayısız maden ve taş ocağı, hidroelektrik, termik ve nükleer santraller ile Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi kapsamında yer alan coğrafik bölge üzerinde tesis edilmek istenen elektromanyetik enerji alanı için gerekli enerji üretilecektir.
Bu bölgelerin altında üstünde yatan ne “zenginlik” varsa suymuş, madenmiş, tarihi esermiş ve aklınıza gelecek her şeyin ganimetini de kendi aralarında pay etmiş, şirket şirket yemekteler, göz ucuyla bakınca bile görülüyor.
SpaceCast’e “2020” denmiş olması da 2023 vizyonu ile ilişkilendirildiğinde 1942-1944’ün fraktal zamandaki eşleniği olarak düşünülebilir. Tanrı’nın iş ve oluşlarında kolaylıkla gözlemlenebilen bir döngüsel iz düşüm!
Emelleri uğruna “türler kırımı” olarak tarihte yerini alacak bu çapta bir çevre katliamını bunca insana rağmen nasıl yapabildiklerinin cevabı, ALGI YÖNETİMİ, ZİHİN KONTROL TEKNİKLERİ, PSİKOLOJİK HARP falan gibi bilimsel-militeryöntemlerd
Bu, birilerinin bizim de parçası olduğumuz Doğa’yı silahadönüştürmüş olması demektir ki paranın yenmeyen bir şey olduğunu hâlâ anlamadığı anlaşılan Beyaz Adam; bilmeden babasını öldürüp anasıyla zifafa girenOidipus gibi bilmeden değil, bile isteye öz annesi TabiatAna’yı iğfal edecek demektir. Malum bütün cephaneler elbet biter, doğa bittiğinde hayat biter.
Bu gidişatın sonu “Allah, Kıyamet takdir etti” demekten başka bir şeye varmayacağı için o gün Beyaz Adam’ın anlayıp anlayabileceği bir şey de kalmayacaktır.
Kıyamet koptu mu faydası yok ama yeni bir Büyük Harp’e giderayak insanlık tarihinin bir kesitini film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiriverelim, halin dayanıp geldiği yeri doğru anlayalım, mevzunun idrakine daha kolay varalım:
1941’ın 7 Aralık günü sabaha karşı Saat 6.00 suları.
Oahu’nun 250 mil kuzeyinde altı Japon uçak gemisi burunlarını rüzgâra vermiş ve uçak filoları sevinç çığlıkları, tezahüratlar eşliğinde havalanıyorlar.
Bundan bir hafta önce, 1 Aralık’ta Tokyo’dan esrarengiz bir mesaj yayımlanmıştı: “Niitaka Dağı’na tırmanın.” Bunun ne anlama geldiğini yalnızca 1 kişi biliyordu: Japon kuvvetleri vurucu filosunun komutanı Tümamiral Chuichi Nagumo.
İmparatorluk Konseyi, savaş kararı almıştı. Pearl Harbor baskın saldırısı yapılacaktı.
Çin’le Savaşında, Amerika kendi menfaati için Japonya’nın karşısında yer almıştı. Yani Japonların düşmanıydı ve Uzak Doğu savaş sanatlarında dövüş felsefesi 'savunma saldırısı' prensibi üzerine oturur. Bu, düşmanı gafil avlamaya yönelik bir hamle ile kavgada üstünlük sağlamak içindir.
Doğu’nun savaş sanatı ve felsefesine bakıp bir kitap yazmak isterseniz, sadece savaşın değil aynı zamanda barışın da kitabını yazmış olursunuz. Batı’nın vaktiyle tarihinin en büyük orduları ile saldırdığı savaşta düşmanını dize getirmiş bir kumandan, Halaskar Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından o zaferin ardından söylenmiş “Yurtta Sulh, Cihan’da Sulh!” sözleri de, Doğu’nun savaş sanatı ve felsefesini anlatan o kitabın özeti olur.
7 Aralık sabahı Hawaii Adalarındaki Amerikan askeri personeli, Honolulu’nun cumartesi gecesi ateşi ile yanmış, yorgun argın sızıp kalmış; yatmış zıbarmışlardı.
Rakibini umursamayan mahallenin şımarık yakışıklısı, ama âlemin de kabadayısı gibi takılan bu kaba saba Batılı, kibirli cahilliğinden ataların “Su uyur, düşman uyumaz!” sözünden de bihaberdi elbette.
Onun makat çevresinde tropik pirelerin uçuştuğu saatlerde, Japon öncü gücünün iki düzine denizaltısı Pearl Harbor’u sarmaktaydı. Tam anlamıyla, cumartesi gecesi ateşi bacayı sarmıştı. Uçaklar vururken denizaltılar kaçmaya çalışan gemileri torpilleyecekti. Beş denizaltıdan çıkan ikişer kişilik mini denizaltılarda, ikişer torpil bulunuyordu, bunlar da uçak saldırısı başladığı an limana girip demirli gemileri törpüleyeceklerdi.
Yaklaşık 90 dakika süren ve iki dalga halinde gelişen atakla, bir anda Amerikalıların Cumartesi Gecesi ateşi söndü.
JAPONLAR DÜŞMANIN YARASINI SARMASINA MÜSADE ETTİ
Pek çok tarihçi, savaş uzmanı falan Japonların bu saldırılar sırasındaki en büyük hatasının“yalnızca savaş gemilerine yoğunlaşıp adadaki yakıt tanklarına ya da tamir atölyelerine karşı bir saldırı” yapmamış olmaları masalını anlatır. Çünkü bu binalara yapılacak bir saldırı düşmanı çok fena ederdi; ABD’nin Hawaii dışındaki en yakın lojistik destek sağlayabileceği yerin, binlerce kilometre uzaktaki Amerika anakarasındaki toprakları olduğunu düşünürseniz bu söylenen doğrudur ama masaldır. Japonların bu stratejisi, Doğu’nun savaş sanatı ve felsefesini anlatan kitabın “dünya savaş tarihindeki en kibar uyarılar” bölümünde yer alır. Bu saldırı taktiği ile Japonlar sadece düşmanın savaşkan organlarını hedef almış, onu öldürmek istememiş; bir tane çakmış devirmiş, ama sonra tekmeleyip gebertmemiş, yarasını beresini sarmasına müsaade etmiştir.
Ama Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt, Pearl Harbour saldırısından hemen sonra yaptığı açıklamada o günü “şerefsizlik tarihinde yaşayacak bir gün” olarak niteler.
Şerefsiz kim, karar vermek çok kolay! Japonya’ya atom bombasını atan kimse, Dünya Şerefsizlik Tarihi’ni yazan kitabın 1 Numaralı şerefsizi odur!
Bakın Amerika nasıl bir "şerefsizlik" yaptı:
Japonlara o gün “Şerefsiz” diyen Roosevelt bundan bir hafta sonra, 6 Ocak 1942’de Ulusa Sesleniş konuşması yapar ve ülkenin silah üretimi hedefini açıklar: “40 bin tank, 60 bin uçak, 20 bin uçaksavar, 6 milyon tonluk gemi filosu” ve kudurmuşluğunu da şu sözlerle kutsar: “Bana kimse bunun imkânsız olduğunu söylemesin!”
Tarihin o vaktinde, daha önce bu kadar çok sayıda silah üretimi ne duyulmuştu, ne görülmüştü.
1942’den 1944’ün sonuna kadar ABD’de hayat durdu, halk karneye bağlandı. Yenilmedi içilmedi, silah yapıldı.
D. Kearns Goodwin’in anılarına bakınca bu hikâyenin fotoğrafını görürsünüz:
“Makineli tüfek üretimine başlayan ilk şirketlerden biri buji fabrikasıydı, bir ocak üreticisi işini bırakıp filika üretir hale geldi, bir atlıkarınca fabrikası silah mesnetleri üretmeye, bir oyuncak şirketi pusula üretmeye, bir korse üreticisi el bombası kemeri imal etmeye, bir langırt makinesi tesisi de zırh delen bombalar üretmeye başlamıştı…”
Onca silah yetmedi, ABD akla hayale sığmaz bir kinle gözü dönmüş halde Dünya Savaş Tarihinde bir nükleer silahı ilk kez kullanıyor olmanın onursuzluğu madalyasını boynuna çift dikiş olarak taktı: 6 Ağustos 1945 sabahı, Little Boy (Küçük Oğlan) kod isimli uranyum tipi atom bombasını Hiroşima’ya,üç gün sonra da Fat Man (Şişman Adam) kod isimli plutonyum tipi bombayı Nagazaki’ye attı.
Bu kısa tarih kesiti gösteriyor ki ABD, canlı cansız doğada ne varsa yok etmeyi umursamadan “benimki en büyük / her şey benim olacak” yarışındadır. Edepsizce. Zalimce.
İşte bu uğurda şimdiki silahı HAARP!
ABD, Hava ve Deniz Kuvvetleri'nce gerçekleştirilen bu projesinin Resmi amacını, “İyonosfer'de araştırma yapmak” olarak lanse ediyor.
Günümüzde devletlerin artık şirketler olduğu gerçeğini, bu projenin gerçekleşmesinde üç Amerikan şirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri’nin önemli rol oynadığına bakıp anlayabiliriz.
Amerikalı askeri yetkililere göre, HAARP şunlar içinmiş:
o Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek,
o Deniz altılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,
o Radar sistemlerini son derece geliştirmek,
o Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,
o EMass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek,
o Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek,
o Cruise füzeleri gibi her türlü saldın silah ve uçağı havada imha etmek.
HAARP yazımızda da belirtmiştik, projenin karşıtlarından biri olan, ünlü jeofizikçilerden Prof.Gordon J.F.MacDonald’e göre, elektromanyetik teknoloji ile bakın neler yapabilirsiniz:
İklimleri değiştirebilir, Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir, Ozon tabakası ile oynayabilir, Deprem yaratabilir, Okyanus dalgalarını kontrol edebilir, Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir, Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilirsiniz mesela… Ve bunlar yapılabileceklerin sadece bir kısmı..
TÜRKİYE’NİN POLİTİKALARI, HAARP SİSTEMLERİNİN ENERJİ İHTİYACINI KARŞILAMAYA GÖRE YÜRÜTÜLÜYOR
Şimdi gelelim yazıya mevzu başlık konumuza:
"SpaceCast 2020!", 21. yüzyılda ABD hava kuvvetleri personelinin işine en çok yarayacak uzay teknolojilerini ve sistemlerini geliştirmek amacıyla kurulan çalışma grubunun ve çalışmanın adı.
Bir çalışma grubunun, bırakın gerisini “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek veya zarara uğratmak yasaktır” gibi bir madde yazmış olması bile o çalışma grubunun maksadını aşikâr etmeye yeter: Kıyamet Fermanı’nı yazmak!
Bu çalışmadan anlaşıldığı üzere "uzay savaşları"na hazırlandığı aşikâr olan ABD için HAARP’in neden vazgeçilemez olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz.
Space bizim dilimizde “Uzay” demektir, Cast da “dökmek, atmak, fırlatmak”.
Demek ki ABD HAARP silahını dünyayı çevreleyen uzayboşluğuna dökmek istiyor, top olacak demirin kalıba dökülmesi gibi. İşte o zaman ciddi bir enerji ihtiyacınız var demektir.
İşin bize bakan yüzü de burası işte! Türkiye’nin, Enerji başta olmak üzere temel politikaları HAARP sistemlerini doyurmak içindir.
Evet! Bizim iddiamız budur! Türkiye’nin mevcut politikaları, HAARP sistemlerinin enerji ihtiyacını karşılamak, bu çılgın savaş canavarının enerji açlığını gidermek üzere kurgulanmakta ve yürütülmektedir.
Doğayı, içinde yaşayan tüm canlıları ve bitki örtüsü ile birlikte katletmekten başka bir anlama gelmeyen Türkiye’deki HES, RES, Termik, Nükleer vs enerji yatırımları, binlerce cana kıyıp türleri yok etmek vebalinden hiç korkmadan yürütülen madencilik politikaları, göz dikilen coğrafyaları insansızlaştırmak için yürütülen tarım politikaları, tabiatı katlederken Etrafçılık yaparak çevreci görünmeye çalışılan trajikomik çevre politikalarını başka bir aklî, mantıkî gerekçe ile açıklamanız da zaten mümkün değil.
http://odatv.com/ n.php?n=abd-bu-maddeyi-hang i-silah-projesi-icin-yazdi -1801151200 ·
Şerefsiz kim, karar vermek çok kolay! Japonya’ya atom bombasını atan kimse, Dünya Şerefsizlik Tarihi’ni yazan kitabın 1 Numaralı şerefsizi odur!
Bakın Amerika nasıl bir "şerefsizlik" yaptı:
Japonlara o gün “Şerefsiz” diyen Roosevelt bundan bir hafta sonra, 6 Ocak 1942’de Ulusa Sesleniş konuşması yapar ve ülkenin silah üretimi hedefini açıklar: “40 bin tank, 60 bin uçak, 20 bin uçaksavar, 6 milyon tonluk gemi filosu” ve kudurmuşluğunu da şu sözlerle kutsar: “Bana kimse bunun imkânsız olduğunu söylemesin!”
Tarihin o vaktinde, daha önce bu kadar çok sayıda silah üretimi ne duyulmuştu, ne görülmüştü.
1942’den 1944’ün sonuna kadar ABD’de hayat durdu, halk karneye bağlandı. Yenilmedi içilmedi, silah yapıldı.
D. Kearns Goodwin’in anılarına bakınca bu hikâyenin fotoğrafını görürsünüz:
“Makineli tüfek üretimine başlayan ilk şirketlerden biri buji fabrikasıydı, bir ocak üreticisi işini bırakıp filika üretir hale geldi, bir atlıkarınca fabrikası silah mesnetleri üretmeye, bir oyuncak şirketi pusula üretmeye, bir korse üreticisi el bombası kemeri imal etmeye, bir langırt makinesi tesisi de zırh delen bombalar üretmeye başlamıştı…”
Onca silah yetmedi, ABD akla hayale sığmaz bir kinle gözü dönmüş halde Dünya Savaş Tarihinde bir nükleer silahı ilk kez kullanıyor olmanın onursuzluğu madalyasını boynuna çift dikiş olarak taktı: 6 Ağustos 1945 sabahı, Little Boy (Küçük Oğlan) kod isimli uranyum tipi atom bombasını Hiroşima’ya,üç gün sonra da Fat Man (Şişman Adam) kod isimli plutonyum tipi bombayı Nagazaki’ye attı.
Bu kısa tarih kesiti gösteriyor ki ABD, canlı cansız doğada ne varsa yok etmeyi umursamadan “benimki en büyük / her şey benim olacak” yarışındadır. Edepsizce. Zalimce.
İşte bu uğurda şimdiki silahı HAARP!
ABD, Hava ve Deniz Kuvvetleri'nce gerçekleştirilen bu projesinin Resmi amacını, “İyonosfer'de araştırma yapmak” olarak lanse ediyor.
Günümüzde devletlerin artık şirketler olduğu gerçeğini, bu projenin gerçekleşmesinde üç Amerikan şirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri’nin önemli rol oynadığına bakıp anlayabiliriz.
Amerikalı askeri yetkililere göre, HAARP şunlar içinmiş:
o Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek,
o Deniz altılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,
o Radar sistemlerini son derece geliştirmek,
o Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,
o EMass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek,
o Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek,
o Cruise füzeleri gibi her türlü saldın silah ve uçağı havada imha etmek.
HAARP yazımızda da belirtmiştik, projenin karşıtlarından biri olan, ünlü jeofizikçilerden Prof.Gordon J.F.MacDonald’e göre, elektromanyetik teknoloji ile bakın neler yapabilirsiniz:
İklimleri değiştirebilir, Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir, Ozon tabakası ile oynayabilir, Deprem yaratabilir, Okyanus dalgalarını kontrol edebilir, Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir, Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilirsiniz mesela… Ve bunlar yapılabileceklerin sadece bir kısmı..
TÜRKİYE’NİN POLİTİKALARI, HAARP SİSTEMLERİNİN ENERJİ İHTİYACINI KARŞILAMAYA GÖRE YÜRÜTÜLÜYOR
Şimdi gelelim yazıya mevzu başlık konumuza:
"SpaceCast 2020!", 21. yüzyılda ABD hava kuvvetleri personelinin işine en çok yarayacak uzay teknolojilerini ve sistemlerini geliştirmek amacıyla kurulan çalışma grubunun ve çalışmanın adı.
Bir çalışma grubunun, bırakın gerisini “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek veya zarara uğratmak yasaktır” gibi bir madde yazmış olması bile o çalışma grubunun maksadını aşikâr etmeye yeter: Kıyamet Fermanı’nı yazmak!
Bu çalışmadan anlaşıldığı üzere "uzay savaşları"na hazırlandığı aşikâr olan ABD için HAARP’in neden vazgeçilemez olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz.
Space bizim dilimizde “Uzay” demektir, Cast da “dökmek, atmak, fırlatmak”.
Demek ki ABD HAARP silahını dünyayı çevreleyen uzayboşluğuna dökmek istiyor, top olacak demirin kalıba dökülmesi gibi. İşte o zaman ciddi bir enerji ihtiyacınız var demektir.
İşin bize bakan yüzü de burası işte! Türkiye’nin, Enerji başta olmak üzere temel politikaları HAARP sistemlerini doyurmak içindir.
Evet! Bizim iddiamız budur! Türkiye’nin mevcut politikaları, HAARP sistemlerinin enerji ihtiyacını karşılamak, bu çılgın savaş canavarının enerji açlığını gidermek üzere kurgulanmakta ve yürütülmektedir.
Doğayı, içinde yaşayan tüm canlıları ve bitki örtüsü ile birlikte katletmekten başka bir anlama gelmeyen Türkiye’deki HES, RES, Termik, Nükleer vs enerji yatırımları, binlerce cana kıyıp türleri yok etmek vebalinden hiç korkmadan yürütülen madencilik politikaları, göz dikilen coğrafyaları insansızlaştırmak için yürütülen tarım politikaları, tabiatı katlederken Etrafçılık yaparak çevreci görünmeye çalışılan trajikomik çevre politikalarını başka bir aklî, mantıkî gerekçe ile açıklamanız da zaten mümkün değil.
http://odatv.com/
Yorum Gönder