MUHYİDDİ ARABİ HAZRETLERİ(KS) ÇIKACAK OLAN ZATIN TÜRKLER ARASINDA
HATEMÜL EVLİYALIK
Nihayet bir gün yine bu sırrı çözmek için gayb âlemine teveccüh ettiğinde, hatiften bir ses kendisine: 'Ey Muhyiddîn! Bu iş senin zannettiğin gibi değildir! Bu ancak âhir zamanda gelecek bir veliye ikrâm edilecektir.' diye hitap etmiştir. (Celâl-zâde Ârif Bey, 'Atiyye-i Sübhâniyye', s. 63)
Bütün bu tecellilerden sonra, yukarıdaki hitâb-ı ilâhi'yi işitince bu zâtın âhir zamanda gelecek başka bir kimse olduğunu öğrenen Hazret, son bir ümitle gayb âlemine yönelmiş ve o anki hislerini şöyle dile getirmiştir:
'Bütün basar ve basiretimi derhâl âlem-i gayb'a çevirdim. Bu zâtın isim ve sıfatını, makamının ve nereli olduğunu anlamak istedimse de, Cenâb-ı Hakk bu saydıklarımdan hiçbirisine beni muttali kılmadı ve hatta koku bile koklatmadı.'
(Celâl-zâde Ârif Bey, 'Atiyye-i Sübhâniyye', s. 63-64)
Hâtemü'l-Evliyâ'nın,
Halkın Fesada Düştüğü Bir Devirde Türk'e Gönderilmesi:
Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı 'Hatmü'l-Evliyâ' adlı eserinde, kırkların tümünün zuhurundan sonra 'Hâtemü'l-evliyâ' olan zâtın kâim olacağını haber veren Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932) , yaşadığı mânevî tecellîleri anlattığı 'Büdüvv-ü Şe'n' adlı risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir zamanda Türk'e gönderileceğini keşfetmişti.
Hazret sanki âhir zamanın fitne, sıkıntı ve buhranla dolu karanlık günlerinde yaşayan insanların, isyanları nedeniyle belâya maruz kaldıkları bir âna nazar edercesine, mânâ âleminde; 'halkın hepsini susmuş, korkudan dehşete düşmüş' ve 'kimileri kimini tanımaz ve korkudan garipleşmiş' bir hâlde müşâhade etmiş; kendisine Allah tarafından 'emrolunmuş bir kimse'nin, 'hiç kimse farkına varmadan' böyle bir ortamda 'yardımcılarıyla birlikte' yeryüzüne geldiği haber verilmişti.
Bu kişi diğer veliler üzerinde söz ve tasarruf sahibi bir zât olmalıydı ki, tanımadığı bir kimse kendisine; 'Şu acâipliği görüyor musun? Emrolunan kişi kendileriyle konuşmak için tüm dünya ehlinden kırk kişiyi istemiş! ' diyerek, onun 'hepsi dünya ehlinden olan bu kırklar'ı mânevî bir toplantıya çağırdığını bildirmişti. Toplantı emri yalnız kırklar'a gelmiş, ancak bu zâtı, yanındaki bazı velîlerle birlikte Hazret de merâk edip görmeyi istemişti. Öyle ki; 'Emrolunan kişiyi ben hangi şeyle tanıyacak ve (onunla) ne zaman tanışacağım? ' diyerek, bu arzusunu açıkça da dile getirmekteydi. Bunun üzerine Hazret'e: 'Kırkların henüz tamamı mevcud değilken; emrolunan kişinin bunların üzerine, Türk'e geleceği haber' verildi.
Nitekim Hazret, bu haberi aldıktan kısa bir süre sonra; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran bir de ordu bulunduğunu müşâhade ederek; 'Halkın, maiyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.' diyor ve ardından 'Kendilerini korkuttuğunu görmüş olduğum şeyden onlar sayesinde tesellî buluyorlardı.' buyurarak, halkın içine düştükleri fesaddan bu ordu sayesinde kurtulduklarına işaret ediyordu. Çünkü bu zât 'Türk'e geleceği' sırada, henüz 'kırklar tamamına ermeden bu halk fesâda düşmüş'tü.
Hazret nihayet kırklarla birlikte bu toplantıya katılacağını haber aldı ve kendisini tutamayıp ağlamaya başladı. O an kendisine: 'Niye ağlıyorsun? Biz onunla konuşup sırlaşacağız ya! ' diyen bir kimseye; 'Ben başka bir yere konulacağım diye ağlamıyorum. Kalbimin merhametinden ötürü ağlıyorum. Bana insan topluluklarının içine konulacak olan kırklar daha bu devirde seyrettirildi ya, işte bunun için ağlıyorum! ' demiş ve yine kendisine heyecanla: 'Emrolunan kişiyi gördün mü? Emrolunan kişiyi gördün mü? ' diyen başka bir kişiye ise: 'Hayır! Lâkin kubbe kapısının sonuna kadar vardım, iki ayağımla sıçrayarak emrolunan kişinin kapısını çaldım. Emrolunan kişiyi bu kubbeden elini çıkarır gibi gördüm.' cevabını vermişti.
Bunları söylerken, birdenbire 'emrolunan kişi'nin 'kırklar'a işaret ederek; 'Bu kırkları şu hazîreye götürün, onları burada 'ayakta tutma'ya hapsedin! ' emrini verdiğini işitti. Hazret, o kişiyi görme lütfuna eriştiği bu andan sözederken; 'O bu dünya ehlinden daha farklı ve seçkindi. Ben emrolunan kişinin küçük ordusuyla ve Türk'le yürüyordum, bana hiç kimse zarar veremiyordu. O ben de dâhil olmak üzere, büyüklerin hepsini bu toplantıda biraraya topladı.' diyordu. Bundan sonra o zât, Hazret'e; 'Mescide çık, sana kendimle ilgili sırlar vereceğim! ' dedi ve ardından kendisine: 'Sen onların tümünün zuhuruyla kâim olacak kimseyi görüyorsun! ' şeklinde bir hitap geldi. (Hakîm et-Tirmizî, 'Risâle-i Büdüvv-i Şe'n', İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr. 215b-216a-217a)
Bu beldenin Türk beldesi olduğunu Allah-u Teâlâ ona bin küsur sene evvel bildirdi. Bu doğrudan doğruya ilâhî bir ilhamdır ve bir keramettir.
Hazret arzettiğimiz beyanlarında; 'Halkın, maiyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.' buyuruyor.
Bunun mânâsı;
Osmanlı devleti bir zamanlar İslâm'ın bayrağını götürüyordu. Hilâfet onlardaydı. Allah-u Teâlâ onları her devirde velilerle destekledi. Fakat âhirzaman geldi, fesat devri başladı ve bu necip millet bozuldu, fesat hâline düştü. Öyle bir fesat ki, iman ile küfür birbirine karıştı.
Böyle bir zamanda, bu necip milletin necip olanlarını kurtarmak için, Allah-u Teâlâ bu beldeye Hâtemü'l-velî'yi gönderdi. Bu milleti seviyor, neciplerini ayırıyor, onları desteklemek için bir lütuf veriyor.
Daha evvel de arzetmiştik ki; bu birinci basamaktır. Hem Türk milletine, hem de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî desteğidir.
Binaenaleyh bu destek ahirete çekilinceye kadar devam edecek. İşin nezaketi daha sonra başlayacak. Nasıl ki her çadırın bir direği olur, çadırı ayakta tutar, direk yıkılınca çadır da yıkılır.
Allah-u Teâlâ bu direği çekince bu millet büyük bir perişanlık içine düşecek, bu perişanlık bütün İslâm âlemine sirayet edecek. İslâm âlemi bir müddet büyük bir çalkantı içinde bulunacak. Fitnenin en çok yayıldığı bir anda Allah-u Teâlâ çığır açmak için, bayrağı kaldırmak için Hazret-i Mehdi'yi gönderecek ve ona ruhsat verecek. O kendisine bahşedilen ruhsatla, mânevî destekle murad edilen noktaya kadar yürüyecek, vazifesini ifâ edecek. Sonra onun elindeki iradeyi de çekecek. Deccal'e salâhiyet vermeyi murad edince, onun kuvvetine karşı çok zayıf düşecek. Bunun sebebi, Hazret-i Mehdi uzağa açılacak, o ise istilâya başlayacak. Ortalık büsbütün karışacak. Hazret-i Mehdi çok zayıf düşünce, onun maiyetini kurtarmak ve İslâm'ı galebe çaldırmak için Allah-u Teâlâ üçüncü olarak da Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı gönderecek. Deccal ve yahudiler o şekilde temizlenecek. İslâm âlemi küffârdan, yahudinin zulmünden kurtarılmış olacak. Fakat bununla kalmayacak. Bu hâlâtı gören Çin harekete geçecek, o zamana kadar harplerle boşalan dünyayı istilâ edeyim diyecek. Üzerlerine tank gibi yürüyecek, fakat Allah-u Teâlâ onları da bir gecede helâk edecek ve böylece dünyayı boşaltmış olacak.
Yorum Gönder